YAKIN DİYARBAKIR TARİHİ

 

Kurt İsmail Paşa: 221. Diyarbakır Valisidir. Hatunoğlu ailesindendir.

 

1868 de göreve başlıyor ve 7 yıl görev yapıyor. 1896 da İstanbul’da ölüyor.

 

Görev süresi boyunca;

 

Kurt İsmail Paşa Camisi

 

Vilayet Konağı yapımı

 

İslahane yapımı

 

Vilayetin sur dışına taşınması

 

İlk Gazete gibi   faaliyetlerde bulunuyor.

 

Valilik binasını sur dışına taşıyor ve memurların her sabah şehirden gelip gitmelerini sağlıyor. Bu olay önce tepkiye yol açıyor, sonra alışılıyor ve diğer resmi binalar da yavaş yavaş dışarı taşınıyor.

 

 

***

 

 

Dünya Savaşı başlayınca 21 Temmuz 1914’te seferberlik ilan ediliyor.

 

18 Ağustos 1914’te büyük bir yangın çıkıyor şehrin önemli bir kısmı yanıyor.

 

1916’a tifüs ve kolera salgını patlıyor.

 

Doğudaki harpten kaçan insanlar Diyarbakır’a sığınıyor, kıtlık ve pahalılık yaşanıyor.

 

29 Nisan 1916 da Enver Paşa Diyarbakır’a geliyor. Halk ilk defa otomobili orada görüyor.

 

Bu sırada Diyarbakır’da 2. Ermeni olayı meydana geliyor. Harbe gitmeyen Ermeniler firar ediyorlar ve ‘Dam Olayı’ denen ayaklanmayı başlatıyorlar. Müslümanlarla Ermeniler çatışıyorlar ancak Vali Dr. Mehmet Reşit Bey müdahale ediyor ve olaylar bastırılıyor.

 

 

Kaynak: Şevket Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, Cilt 3.

 

 

 

 

 

 

DİYARBAKIR’DAKİ GELENEKSEL EL SANATLARINA BAKIŞ

 

                                                 

Halil DEĞERTEKİN

 

 

AKADEMİSYEN, DİTAV ÜYESİ, ÇEKÜL, YEREL KİMLİK DERGİSİ YÜKSEK DANIŞMA KURULU ÜYESİ

 

                                                           

ÖZET

 

Anadolu ve özellikle Güneydoğu Anadolu’da binlerce yıldan beri oluşan kültürel birikim, günümüzde yaşamın her alanını; inanç, din, dil, ırk, mimari yapı, yaşam tarzı, gelenek, görenek ve el sanatlarını kaçınılmaz olarak etkilemiştir.

 

Bu sentezde; bu bölgede farklı dönemlerde yaşayan Hurri, Mitanni, Hitit, Asur, Urartu, Med, Roma, Sasani, Bizans, Arap, Selçuklu, Türk İslam ve Osmanlı Medeniyetinin izlerini, değişik inanç, din (Pagan, Yahudi, Hristiyan, Müslüman) dil, etnik ve kültürel özelliklerin (Türk, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Nasturi, Yezidi…) karışımını ve etkilerini görmek mümkündür.

 

Tarih boyunca dört bir yönden bölgeye gelen; değişik bilgi, deneyim, inanç ve dünya görüşü; güzel bir benzetme ile Diyarbakır Surları üzerindeki dört kapıdan içeri girmiş, yeniden yoğrulmuş ve yine dört kapıdan dört yöne doğru yayılmıştır.

 

Bölgenin önemli el sanatları da, doğal olarak bölge zenginliğinden ve kültüründen etkilenmiştir. Ergani yakınındaki bakır madeni, belki de yöresel bakır işçiliğinin çıkış noktasıdır. Dicle vadisinin toprağı testiciliğin, ipek yolu olmanın verdiği birikim ve dut ağanın varlığı ipekçiliğin, Karacadağ’dan çıkarılan sert bazalt taşı, taş işçiliğinin, Arap ve İslam etkisiyle olgunlaşan evlerin pencere ve merdivenleri demir işçiliğinin, zengin Osmanlı döneminin ihtiyaçları, altın, gümüş ve elmas takılarla kuyumculuğun ilham kaynağı ve itici gücü olmuş olabilir. Aynı şekilde gündelik yaşamdaki her türlü el sanatında bu etkileri görmek mümkündür.

 

Şurası önemle vurgulanmalıdır; bugün geleneksel el sanatı olarak karşımıza çıkan ürünleri, kullanım amaçlı basit bir üründen, sanat eserine dönüştüren şey, bölgenin sahip olduğu çok boyutlu kültürel mirastır. Bu kültürel miras ancak, toplumun uyumlu ve refah içerisinde yaşadığı dönemlerde, detaylara ve estetiğe önem veren taleplere, zevkli ve yaratıcı ustaların

katkısı ile oluşabilir. Toplumun ve ustaların bu arz ve talepte buluşması da sadece her iki taraftaki çok yönlü kültürel birikimle mümkündür.

 

Diyarbakır geleneksel el sanatları bu bölgede yaşanmış kültürlerin sentezidir ve bu kültürlerin imbiğinden süzülen çok değerli damlalar gibidir.

 

 

Diyarbakır Geleneksel El Sanatları Bu Bölgede Yaşamış Kültürlerin Sentezidir.

 

Mezopotamya, MÖ 5000 yıllarına kadar uzanan geçmişiyle dünya tarihinde özel bir öneme sahiptir. Bu bölgenin ilk insanları olan Sümer’lerin, o çağlarda Nil vadisinde yaşayan insanlara paralel, yerleşik düzene geçmesi, yazıyı bulması, giderek meslek gruplarını oluşturması ve anıtsal yapılarla beraber ilk site devletlerini kurması, dünya medeniyet tarihinin başlangıcı olarak kabul edilir.

 

Öte yandan; Diyarbakır’ın da yer aldığı Kuzey Mezopotamya ve Anadolu’da yaşayan insanların, aynı dönemlerde hatta çok daha önce önceleri, yazıyı bulmamalarına rağmen yerleşik düzene geçtikleri de bilinmektedir.

 

Bu bölgenin medeniyet tarihindeki yeri ve günümüzdeki önemi tesadüf değildir. Bu yöre; tarihin ilk çağlarından beri, güney kuzey veya doğu batı yönünde göç eden, yer değiştiren ya da İpek Yolu nedeniyle bölgeden geçen değişik özellikteki insan gruplarının gelip geçtiği ve yerleştiği bir bölge haline gelmiştir.

 

Bunun sonucu olarak ta, Anadolu ve özellikle Güneydoğu Anadolu’da zengin bir kültür karışımı oluşmuştur. Binlerce yıldan beri süre gelen bu karışım, günümüzde yaşamın her alanında, mimari yapı, din, dil, ırk, yaşam tarzı, gelenek, görenek, inanç, el sanatları alanlarını kaçınılmaz olarak etkilemiş ve ölümsüz örnekler ortaya çıkmıştır.

 

Güneydoğu Anadolu’nun merkezinde bulunan Diyarbakır yakınındaki Çayönü ( MÖ 7000 ),  yerleşik düzene geçen insanlar, ızgara tarzı ev yapısı, tarım ve bazı hayvanların ilk defa evcilleştirmesi ile dünya medeniyet tarihinde önemli bir yere sahiptir. Şüphesiz bu bölgede o zamanlar bulunan göl ve verimli topraklar insanlar için yerleşimde tercih nedeni olmuştur. Benzer şekilde MÖ 3500 yıllarında Diyarbakır iç kalesinde buluna tepede ilk yerleşim yerlerini kuran Hurri’ler için de Dicle Nehri ve verimli topraklar çekici gelmiştir.

 

O tarihlerden günümüze kadar bu bölgede farklı dönemlerde yaşayan; Hurri, Mitanni, Hitit, Asur, Urartu, Med, Roma, Sasani, Bizans, Arap, Selçuklu, Türk İslam ve Osmanlı Medeniyeti; değişik inanç, din (Pagan, Yahudi, Hristiyan, Müslüman) dil, etnik ve kültürel özelliklerin (Türk, Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Nasturi, Yezidi…) karışmasını ve yeni sentezlere varmasını sağladı.

 

Tarih boyunca dört bir yönden bölgeye gelen; değişik bilgi, deneyim, inanç ve dünya görüşü, güzel bir benzetme ile Diyarbakır Surları üzerindeki dört kapıdan içeri girdi, yeniden yoğruldu ve yine dört kapıdan dört yöne doğru yayıldı.

 

 

El Sanatları kültürlerin imbiğinden süzülen çok değerli damlalar gibidir.

 

Bugün bölgenin her türlü kültürel değerinde; sanatında, ev ve ibadethane mimarisinde, edebiyatında, gelenek, görenek ve yaşam tarzında bu medeniyetlerin izlerini; Asur, Urartu, Roma, İran, Arap, Selçuklu ve Osmanlı izlerini bulmamak mümkün değildir. Bu izler günümüzde bile bütün canlılığıyla yaşamaktadır.

 

Artukoğulları eserlerinde sıklıkla gördüğümüz yırtıcı hayvan-koç kapışmasını, bir kilise duvarında yırtıcı hayvan-yaban domuzu kapışması şeklinde görebiliriz. Safa Camisi (veya Parlı Cami) minaresindeki çini ve süslemeler, Orta Asya Türk Mimarisini veya Hasankeyf’i anımsatmaktadır.  Benzer şekilde büyük burçlar üzerindeki çift başlı kartal Bizans etkisini, kanatlı ve ejderha kuyruklu aslanlar, uzak doğu ve İran etkisini düşündürmektedir. Nur Burcu, Dağ Kapı ve Mardin Kapı’daki ilginç figür, hayvan ve bitki kabartmaları, bölgenin inanç ve tabiat varlıklarının simgesi olarak hala yerinde durmaktadır. Ulu Cami gibi kiliseden camiye dönüşen yapılar, Mimar Sinan gibi bir ustanın eseri olan Behram Paşa Camisi dönemlerinin önemli yapıları olarak bugüne kadar gelebilmiştir.

 

Bölgenin el sanatları da doğal olarak bölge zenginliğinden ve kültüründen etkilenmiştir. Tarih boyunca savaşlara neden olan Ergani yakınındaki bakır madeni, belki de yöresel bakır işçiliğinin çıkış noktasıdır. Dicle vadisinin toprağı testiciliğin, ipek yolu olmanın verdiği birikim ve dut ağaçlarının varlığı ipekçiliğin, Karacadağ’dan çıkarılan sert bazalt taşı, taş işçiliğinin, Arap ve İslam etkisiyle olgunlaşan evlerin pencere ve merdivenleri demir işçiliğinin, zengin Osmanlı döneminin ihtiyaçları, altın, gümüş ve elmas takılarla kuyumculuğun ilham kaynağı ve itici gücü olmuş olabilir.

 

Aynı şekilde Diyarbakır evlerinin tipik tahta kapıları ile güvercin ya da hanım eli şeklindeki tokmakları, kapı üstündeki hacılığı gösteren Esma-ul Hüsna’dan alıntılar, avlular veya damlardaki tahtlar veya sitareler, kahvehane ya da evlerde kullanılan kürsüler, iklimin, etkilenen kültürlerin ve ince bir sanat zevkinin ürünleridir. Yöredeki hayvancılık dericilik ve saraçlığı, kırsal yaşantı palancılığı, doğal olarak etkilemiş ve yönlendirmiştir. Benzer şekildeki etkilenmeyi günümüzde yaşamın her alanında görmek mümkündür.

 

Şurası önemle vurgulanmalıdır; bugün geleneksel el sanatı olarak karşımıza çıkan ürünleri, kullanım amaçlı basit bir üründen, sanat eserine dönüştüren şey, bölgenin sahip olduğu çok boyutlu kültürel birikimdir. Bu kültürel birikim ancak, toplumun uyumlu ve refah içerisinde yaşadığı dönemlerde, detaylara ve estetiğe önem veren taleplere, zevkli ve yaratıcı ustaların

katkısıyla oluşabilir. Toplumun ve ustaların bu arz ve talepte buluşması sadece her iki taraftaki çok yönlü kültürel birikimle mümkündür.

 

Günümüzde unutulan veya hala yaşayan el sanatlarının tanınması, tanıtılması, korunması ve geliştirilmesi, bu topraklarda bugüne kadar yaşayan birçok medeniyete karşı yapılması gereken tarihi bir görevdir.

 

 

 

2024, Ankara

 

 

 

 

 

X